"Cennet; dünyada gerçekten mutlu olamayanların yeri" yazdı en yeni arkadaşım, tam da günümü sonlandırmaya yeltenmişken. "Üzerine düşün" dedi ama zaten ben kendimi cümlenin gizli öznesinde yerleşik gördüğüm için hayatımı gözden geçirmem yeterliydi.
Yaratıcıya inanmadan yaşadığımı düşünemiyorum. Olmuyor, bir güç olmalı. Dolayısıyla inanınca tam bir teslimiyet geliyor ardından. Kurallara uyuyorsun, gönderdiklerine inanıyorsun. Ve sana bir vaadde bulunuyor, adına cennet diyor. Bir de kötü ikizi var, cehennem.
Ben bu sonuçları görmeden önce tercih ettiğim yolda ilerlersem cennete alınıyorum. Buraya kadar her şey güzel. Peki ben bunları yaparken ilk aşamada yani dünyada mutsuz muyum?
25 yıl olacak Şubat'ta, bu süre zarfında illa ki bir sürü şey olmuştur yapamadığım ama inancımın doğrultusunda yaşamamdan kaynaklanan hiç bir olay, istek, arzu hatırlamıyorum.
Diğer insanlara baktığımızda, biraz şartlı koşullanmadan ve biraz da bize gösterilen perspektiften baktığımızdan inançlı yaşam tarzını olumsuz koşullarla bağdaştırıyor olabiliriz. Ama madalyonun diğer yüzünde herkesin -meşhur fotoğraf olan- "türkçe pop müzik eşliğinde eller havaya" modunda olmadığını da biliyoruz.
Zaten cehennem konusuna hiç girmiyorum. Velev ki, cenneti kaybederek bu dünyada mutlu yaşadık, sonunda ki cehennem beni bu dünyada ki mutsuzluktan daha fazla korkutuyor.
Bunlar "cennete rağmen mutlu olabilen" refikinizin, bu ana kadar sadece kendi kafasında dönüp dolaşan düşünceleriydi. Yıllarca sadece düşündüğün şeyleri yazmak da ne kadar zormuş onu tecrübe ettim.