Sabah kalktığımızda bulutlar yerine güneşi gördüğümüz için; her ihtimale karşı sabaha bırakılan etleri alma işi Serhat Y. tarafından gerçekleştirilecekti. Değişen fakat internette yayınlanmayan yaz tarifesi sebebiyle başlangıç saatimiz yarım saat önceye alınmıştı fakat Serhat büyük bir efor sarfederek yetişmeyi bildi. Grubun büyük çoğunluğu Kabataş'tan binip Özge G.,ARS ve beni Kadıköy'den alacaklardı. Sabah işe çıkar gibi evden çıkıp 8 gibi iskelede oldum ve Özge'yi beklemeye başladım. Bundan 10 sene önce kapkaç hikayeleri dinleyerek yaşayan neslin bir ferdi olarak Özge G. ön tarafına astığı sırt çantasıyla uzaktan belirdi. Fakat ARS hala ortalıkta yoktu. Gemi yanaştı ve biz ARS'ın kendine has bir planı olduğunu tahmin ederek gemiye yöneldik. O arada Özge G. geminin üst katında birilerine el sallamaya başladı. Öpücükler, geliyoruz hareketleri filan ardısıra devam ederken ben de alt katta demirlerin yanında yanyana oturmuş tam 8 kişilik grubumuza el sallıyordum. Biz gemiye adım atarken Özge'nin de asıl-gerçek arkadaşlarımızı görmesiyle o el salladığı esrarengiz kişilerin kim olduğu asla anlaşılmadı.
Yurtdışından dönen Ahmet T. ile hasret giderdikten sonra kahvaltı yapma vakti gelmişti. Şahane deniz hava ve manzarası ve ortamdı aslında o anlamsız tostları yediren. Sabah güneşi güzeldi ama terletiyordu bizi biraz. Otobüse bindiği anda güneşin nereden geleceğini hesaplayarak oturacağı koltuğu seçen dedelerin torunları olarak biz bu işi beceremiyorduk. Yüzde elli şansımız vardı ve biz tutturamamıştık. Neyse ki İngiliz asilzadelerinden Londra'lı (ama ilçesinden) Murat Y. şemsiyesiyle gelmişti. Bu dakikadan itibaren Murat'ın yanında oturmak için yapılan güzellemeler, edilen teklifler, verilen rüşvetler burada yazılmayacak. Yolculuğumuz Murat'ın yanına sırayla oturma şeklinde devam etti. Son adaya geldiğimizde yükler paylaşıldı ve Bostancı iskelesinde bizi bekleyen ARS'a doğru yol alındı. Okuyucunun tahminine güvenerek ARS'ın son dakika değişikliği ile ilgili uzun uzadıya açıklamaya girmiyorum.
İçecek, meyve, sebze gibi maddelerin alımı için 5 kişilik grup çarşıya doğru sallanırken diğer arkadaşlar faytonlara binip piknik alanını seçmek için bizden ayrıldılar. Özge G. ve Elif S.'nin profesyonel edaları ürün seçiminde bize güven veriyordu. Biz kim miyiz? Taşıyıcı statüsünde olan İrfan Purgaz, Murat Y. ve ben:) 2 market, fırın ve topçu dükkanı ziyaretinden sonra son kez kömür iadesi için uğradığımız marketten sonra hiç bir şey unutmamış olma temennisiyle faytona biniyoruz biz de. Biz iki göbekli olarak atları biraz zorlasak da, onlar üzerinden para kazanan fikirsiz sahiplerinin dahi onları bizim kadar düşünmediğini farkederek keyfimizi kaçırmıyoruz.
Ve piknik alanındayız. Dilburnu... Gerçekten güzel bir coğrafya ve park gibi yapılmış olması, biletle girilmesi biraz olsun düzenli bir ortam oluşturmuş. Sağolsun görevli bizi hemen tanıyor ve içeri giriyoruz. "all gates access" olayını her zaman çok sevmişimdir. Piknik alanı üst kısmında terleten güneşi ve alt kısmında titreten rüzgarıyla bizi şaşırtıyor ama yerin sakinliği ve büyüklüğü nedeniyle (biraz da üşengeçlik var tabi o kadar yerleşmişiz) altta kalmayı tercih ediyoruz.
Serhat gerçekten tüm gününü bizim için feda ederek anında mangala girişiyor. Hakan'ı da co-mangal operatör olarak yanında görüyoruz. Tabi 10 saat içinde çok şahane dakikalar geçti fotoğraflardan da bunu görebiliyoruz ama unutulmayacaklar,
Emin'in diş tedavisinden çıkıp aç halde ve bir şey yiyemeyecek durumda olmasında rağmen bizi yalnız bırakmaması öğleden sonra gelmesi,
Gülci'nin de ona keza son dakikada işi çıkmasına rağmen işini bitirip Emin ile aynı dakikalarda aramıza katılması ve bi milyon kafasıyla yaptığı artistik hareketler. Yok yani nasıl açıklayayım benim elimle tutunamadığım ağaca adam ayaklarıyla tutunup dakikalarca orada yaşadı.
Ösge'nin, anne edasıyla masaları silmesi, hazırlaması, servisi, offf o sarması, o köftesi,
Serhat'ın gerçekten unutulmayacak mangal hazırlıkları ve mangalcı hareketleri:), ve o çatal,
ARS'ın her defasında bu çatala takılması, en büyük fobisinin bu olduğunu öğrenmemiz,
Hako mako'nun voleybolda ki gizli cevherinin gün yüzüne çıkması,
Enis'in inanılmaz kolaylıkta ki acayip zor zeka sorusu,
Ahmet T.'nin magic kokan hareketleri,
İrfan'ın Sütkat'ı,
Murat Y.'nin in a relationship with masa'sı,
Emel'in kıt imkanlarla hazırladığı şahane salatası,
Elif S.'nin tavlada gene rakip tanımaması olarak sıralanabilir.
Tabisi pikniğin olmazsa olmazı "veleybol" her şutta topun denize kaçma ihtimalini seve seve -emanet topla- oynandı. Aslında burada bir düzeltme yapmamız lazım. Emanet değil, gasp edilen top ve ip desek daha doğru olur. Gerçekten adamlara gidip siz çok oynadınız bizim topumuz var ama güzel değil. Şimdi siz sizin topunuzu bize verin dedik ve aldık. Buraya dikkat yanlış yazılmış bir şey yok. Adamların kendi toplarını çok fazla oynadınız diyerek aldık. 2 set sonucunda 1-1 eşitlik vardı ve tabi bu sonuç yakışırdı dostluk maçına. Gasp edilen ürünleri geri verdik. Hava kararmaya başlıyordu ama kimsenin kalkmaya isteği yoktu. Yaklaşan yağmur bulutları olmasa belki de son vapura kadar orada kalabilirdik ama başlayan yağmurun bize tanıdığı 20-25 dakikalık fırsatı değerlendirip yola çıktık.
13 kişilik grup kah ıslanarak kah terleyerek dağınık halde aşağıya indik. Biraz aceleleri olan arkadaşlar vapura yetiştiler fakat biz son dakikalarda verdiğimiz bir mola sonrasında diğer vapura binmek üzere iskeleye yaklaşmıştık. Vapuru iskelede gördüğümüz an göz göze gelip koşuyoruz, gidiyoruz, yetişiyoruz hareketiyle turnikelerden geçmemiz bir oldu. ARS Bostancı'ya binmişti gene, biz 12 kişi Kadıköy'deydik.
Vapurda içilen akşam çaylarından sonra gene bir ayrılma noktası gelmişti fakat gerçekten öyle bir düşüncemiz yoktu. O zaman Kadıköy'de bir yerde takılacaktık. Gerçekten ayrılmaları gereken Elif S., Enis ve Serhat'ı Kabataş'a geçmeleri için vapurda bırakırken; biz -ismini Marakeş gibi bir şey olarak hatırladığım (çok kola içmiştim kafam yerinde değildi) - mekana geçiyorduk.
Kahve içtik, nargile çektik, konuştuk, eğlendik, ağır konular açtık, dönüş biletlerimizi almadık... Gelmez dedik ama o vakit de geldi. 3-4 saat daha orada vakit geçirdikten sonra ayrıldık. Adana'ya, İzmir'e, Marmaris'e, Seattle'a, Bursa'ya, Cin Deresi'ne, Balıkesir'e, Amasya'ya, Tebriz'e, Adapazarı'na, Kırgızistan'a, Bostancı'ya, Çağlayan'a, Mecidiyeköy'e....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder