2 Ağustos 2011 Salı

Toyota gibi adam

Sözlükte elemanlar Toyota reklamlı yeni formaları takmışlar kafalarına; yok efendim gecikti, yok efendim artık kendim forma yapacağım filan diyorlar.
Ben mi fazla önemsiyorum yoksa genelde de bu durum böyle mi diye düşünüyorum ama şu anda ortada lig yok kuzum. Milli maç arasından sonra başlanacak denilen ligin gerçekten başlayıp-başlamayacağı belli değil. Başlarsa kimlerle başlayacak? Hepsini geç zaten 2 takımla zar zor katılabildiğimiz sadece 6'şar maç izleyebildiğimiz şampiyonlar ligine kim gidecek? Yoksa bu sene de üstü kalsın canım diyerek başka ülkelere mi yol açacağız.
Ama formalar çıksaydı iyiydi.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Temmuz'un ve tokluğun son haftasonu

Şimdiki zaman...
Bizim grubun ilk kazanırken kaybedeni olan Ferit'in nişan merasimi için İstanbul'da olmamız gerekiyordu bu pazar da. Biz çağrılmış olan arkadaş grubu içerisindeydik. Uzun zamandır beklediğim mutlu haberin geldiği ve çok fazla yoğun geçen bir haftanın ardından ikinci yaşamadığım şehir olacaktı İstanbul bu hafta gidilen.
Cuma akşamı haftalık toplantımıza katıldıktan sonra tüm ısrarlara rağmen ertesi sabah erken kalkacağım, çanta hazırlayacağım bahaneleriyle yarım saat daha fazla takılmaktan erindim. Bisikleti alıyor musunuz pazarlıklarıyla sabah 05.00 seferine biletimi alıp, kardeşim Mustafa'yı arayıp haber verdim ve planı yaptık.
Bisikletleri aldığımızdan beri yapmayı planladığımız turların ilkini de bu haftasonu içerisine sıkıştırdık Mustafa ile. Ben bisikleti götüreceğim ve İstanbul suriçi-Adalar turu yapacağız nişandan ve işlerimizden arda kalan zamanda. Tabii ki biz yoğun işadamları olarak cumartesi sabahı ikimizin de yetiştirmesi gereken işleri var. Önce onları halledeceğiz.
Eve çantamı hazırlamaya giderken tam 700 gündür kullanmama rağmen bisiklet lastik ile işbirliği yaparak bana ilk şakasını yaptı. O dağlarda, taşlarda, merdivenlerde, ovalarda patlamayan lastik Heykel caddesinde patladı. Raptiye girdi. Neyse eve geldim ve ilk yamamı yapmaya başladım. İleriki dakikalarda farkettiğim 2.ve 3. patlakları da yamaladıktan sonra lastiği şişirip uykuya daldım, sabah inik bir lastik görebileceğimi düşünerek.
Sabah kalktığımda tabii ki lastik inmişti. Yıllardır her hafta gidip geldiğim terminale götürmesi için yardım istedim belki hayatımda sadece 5.kez. Otobüsün kalkmasına 5 dakika kala bagaj görevlisinin yanına gittiğimde şu şahane diyalog ortaya çıktı.
T.N.B.G. ( Tabii ki Nilüfer Turizmin çalıştırdığı bagaj görevlisi ): Yalnız bisikleti alamayız. Çok bavul var bakın ve ikramlar filan da var.
Ben: Hocam, bak şimdi ben bu ön lastiği çıkardığımda direksiyonu kırabiliyorum ve bu bir bavuldan daha az yer kaplıyor.
T.N.B.G.: ( 10-15 saniye düşünür ) Hocam gel şu yan tarafa bir bakalım.
Kapağı bir açar ve 10 metreküp yer boş. Buyrun koyun der ve ben bisikleti aynen o şekilde yatırırım rahat rahat.
Feribot sırasından dolayı Mustafa'yı yarım saat bekletsem de haftasonu başka bir aksilik yaşamamız dikkatimi çekmedi değil. (Bro unuttuysam hatırlat) Bisikleti eve kilitleyip işlerimize koyulmamız ve hemen hemen aynı vakitlerde bitirip buluşmamız takdire şayandı. Tabii ben gece geç vakit uykulu veyahut sabah erken uyku sersemi gittiğim Mustafa'ların evi bulamadığım için şu konuşma kayıtlara geçti.
-Ya abi ben pazara girdim sizin evi arıyorum.
-Agadi ne işin var pazarda?
-İşte sabah size giderken bir pazarın başını görmüştük ya işte onu görünce girdim ben de. Zati Teknosa binasını da görüyorum.
-Heh iyi o zaman ben de pazardayım.(--dikkat--ne işin var pazarda,ben de pazardayım) Teknosa'ya doğru gel.
Neyse tabi 5 dakika sonra buluştuk. Saat 15.30. Normalde biz 13.30 da yola çıkarız diyorduk. Neyse eve gidiş, üst baş değişimi, enerji ikmali derken dakikalar geçiyor ama biz rahat. Galiba 16.30 gibi artık çıkalım diyoruz ama daha Mustafa'nın bisiklet bakımdan alınacak, benim arka lastik değiştirilecek. Yani biz bayağı rahatız. He iyi mi oldu? Süper oldu serinde yola çıkmış olduk. İşte bu çıkıştan sonra tam 5 kez insan eve döner mi sevgili okur? Biz döndük, sorma neden...
Hafif tempolu turumuzu şöyle maddeleyebiliriz.
*Göztepe 17.30
*e-5
*Üsküdar
*Adliye (benim bisikletin garanti belgesini aldık ve ufak bir bakım yapıldı)
*Bağlarbaşı
*Sahil
*Beşiktaş
*Maçka
*Teşvikiye 19.30
*Harbiye
*Taksim
*Galatasaray
*Tünel
*Karaköy
*Sultanahmet 20.30
*Kadıköy İskelesi ( Eminönü'nde olan )
*e-5
*Göztepe 22.30
31 km ve 1 saat 50 dakika bisiklet üzerinde geçen zaman

Şahane yemekler ve güzel bir uykunun ardından zaten ikimizin de az az istemediği adalar turu kendiliğinden iptal oluyor. Ama öyle bir anlaşma kabiliyetimiz var ki, ikimiz de birbirimize en ufak bir telkinde bulunmuyor, sabah 9.00 gibi tam anlamıyla kalkmış oluyoruz ve kimse yav biz neden gitmedik demiyor. Hatta aile eşrafı da iyi oldu yorulacaktınız bak ne güzel kahvaltı yaptınız filan diyorlar ama biz zaten durumdan çok memnunuz. Kahvaltıda gelen kuru köfteler beni şaşırtsa da günlerdir az uyuyarak geçen gecelerden sonra 7 saatlik uyku ve dünkü enerji sarfiyatının ardından eksiksiz kahvaltı şahane gidiyor. Gene yollarda hasret kaldığım çaya olan hasretimi 10 bardak filan içerek gideriyorum.
Kullanacağımız arabanın gelmesiyle 12.30 pazar günü için evden çıkış saatimiz oluyor. Yolda bir indirim üç bindirim yaparak, Bakırköy'e ulaşıyoruz ve Küçükçekmece'ye giderken kayboluyoruz. Evet burayı tekrar okumanıza gerek yok çünkü arabaya en son Bağcık'ı aldık ve yolu o tarif ediyor. Çünkü beyim bana:
-Samet arabada neden gözlük takıyorsun, Samet beni sıkıştırdın, Samet askere neden gitmiyorsun demekten yola bakamıyor ki. Burada şair ağır konuşmuyor çünkü okullar başladığında okula 15 dakika uzaklıkta bir arkadaşının evinin olması büyük avantaj.
Tam dakikasında törene yetişip eski arkadaşlarla görüşüyoruz ve yenileriyle tanışıyoruz. Pardon bir kişiyle tanışıyorum ben çünkü gene Bağcık, Mustafa ile tanıştırdığı hanımefendiyi benimle tanıştırma gereksinimi duymuyor. Bir kez daha çok şahane 5 saat geçirdikten sonra Hasan ve Akay ile beraber Anadolu yollarına düşüyoruz. Ama Hasan'ı köprüye gelmeden sallandırıyoruz. Kapımın gerçekten içeriden ve dışarıdan açılmaması bana gün boyu ayrı bir hava katıyor. Nedense...
Muhabbet muhabbeti açıyor ve geldiğimiz nokta Çekmeköy. Akay dondurma yemeden bu muhitten çıkamazsınız diyor ve oturtturuyor bizi pastaneye. Ama o ne lezzet. Ardından masaya Niğde gazozları geliyor. Frambuazlı gazozlarımızı da içip kaçıyoruz. Kaçıyoruz ama Akay'ı bırakırken annesiyle de tanışmış oluyoruz. Bize sütlaç ikram ediyor ama yer yok ki.
Pazar akşamı günübirlikçiler dönüş yolunda tabi az biraz sıkışıklık var, zaman da dar eve gidiş çanta hazırlayış, teraviye yetişme ve 23.10 da otobüse kapağı atma planları var önümüzde. Bu sefere binilmesi lazım çünkü sabah sahura eve yetişen sefer bu. İşte bu yazıyı asıl yazma nedenime geliyoruz. Ya arkadaş bir namaz bu kadar mı dakik biter, bu kadar mı hızlı çıkılır ve terminale ulaşılır, otobüs tam vaktinde orada olur, sizi şahane bir T.N.B.G. karşılar hemen "bisikleti mi koyacağız abi böyle alalım sizi" der, bindiğiniz gibi otobüs anında kalkar. İşte bunların hepsi üst üste geldi. He aga nedir bunun olayı derseniz, teslimiyet diyorlar.
Eve geldim sahuru yaptık ve yattım. Şu anda işteyim ama piyasa sanki pazar günü gibi. Uzun zamandır ihtiyacım olan bir haftasonuydu. Gözümsün bro.

p.s.: car-pool - yav adamlar metrobüs yapmışlar işte. (ellerinden öpüyorum bu yorum için Muhittin Abi)

-aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
-çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

ülkü tamer