29 Temmuz 2012 Pazar

Ermenistan 1.Gün

Ermenistan hazırlık aşaması diye de bir yazı hazırlamak isterdim ama perşembe gecesi 11'de uçağa binmem gereken bir geziden çarşamba öğle 3'te ve İstanbul'dayken haberim olduğundan ayrıntılı bir hazırlık yaptığım söylenemez, zaten beklenemez de. Çarşamba İstanbul'da halletmem gereken çok önemli işleri kısa sürede halledip sevgili arkadaşım Mustafa'nın da beni kelimenin tam anlamıyla ekmesiyle Bursa'ya dönüşüm bir kaç saat öne çekildi. Gece yarısına kadar yolculuk hazırlıklarını tamamlayıp, yarın erken saatte iş yerine gidip birikmiş ve gelecek işleri de halletmek için uyku moduna geçtim.
Perşembe günü sabah kalkış 7'de oldu ve hızlı bir şekilde işlerimi halledip 11.30 feribotu ile fiili olarak Ermenistan yolculuğu başladı. Babaannemin anlattıklarından hatırımda kaldığı üzere bundan 40 sene önce Bursa'dan Edirne'ye giderken 8-9 tane faklı araca biniyorlarmış. Benim de bu yolculuğumda farklı bir durum olduğu söylenemez. Kabataş'a inişten sonra gene kısa sürede Karaköy-Kadıköy-Altunizade-Kadıköy yapıp saat 7'ye doğru yolculuk moduna girmiştim. Fakat ortada bir sorun vardı. Malumunuz üzere diplomatik problemlerden dolayı Erivan'a uçuşumuz olmadığından bilet Tiblis'eydi ve ben gece 2'de Tiblis'e indikten sonra o anda adını bilmediğim ve gelene kadar her lazım olduğunda cebimde ki 5 santime 5 santim hayat kurtarıcı bloknotuma bakarak söylediğim ve sonunda buranın havasını kokladığımda ismini öğrendiğim Dilijan'a nasıl gidecektim?
Bu sorunun cevabı saat 7'de geldi. Mesajda şu yazıyordu. Havalimanından Orachala bus station'a taksi, oradan Vanzador'a taksi, oradan Dilijan'a taksi. Bu açıklayıcı mesajı aldıktan sonra artık Kadıköy'den Sabiha Gökçen'e giden otobüse gönül rahatlığıyla binebilirdim.
Galiba Gürcistan'ın ünlülerine ev sahipliği yapan bir uçağa denk gelmişim çünkü bir görseniz birbirine selam vermeler, bağırarak laf atmalar...Uçakta bayram havası. Ama tabi "Türk her yerde" mottosu geçerli olmaz mı hiç? Ben de Behzat ç.'nin Hayalet'ini gördüm.
Tiblis hava limanına inmeden önce TAV tarafından inşa edilip gene kendisi tarafından işletildiğini öğrendiğimde için bir nebze daha rahatlamıştı. Çünkü koltukları benim sabah 7'ye kadar evim olacaktı. Gece 3'te Tiblis hatta Ermenistan sokaklarına çıkmayı düşünmüyordum. Liman 3 katlı daha doğrusu 2,5 katlı bir binaya sahip ve neredeyse sadece bir giyim mağazası büyüklüğünde. "Buçukuncu" kat olan kattan giriş yapıp kendime güzel bir yer aramaya başladım. Ama gayet dolu olan limanda değil 3 tane yanyana ve kolçaksız koltuk bulmak boş tek koltuk bulmak dahi zordu. Sonunda 2 koltuk olarak başladığım uykumu sabah saatlerine doğru 3 koltuğa ulaşarak sürdürdüm. Tabi gidilecek bir belirsizlik olduğunda insanı uyku da tutmuyor. Halbuki yerim çok rahat yani uyuyamadığımdan değil. 6 gibi kalkıp elimi yüzümü yıkayıp Orachala'ya doğru yola çıktım.
Gürcistan beklediğimden daha gelişmiş, ülkemizden daha az gelişmiş bir ülke, ilk izlenim olarak. Taksimetre açmadığından tartıştığımız şoför "abi biz de zeytinburnu çocuğuyuz" sözümden sonra tabii ki benim sözüme geldi ve 15 dakika süren bir yolculuktan sonra inme vaktim geldiğini söyledi. Tabi işin riskli tarafı tabelaları okuyamadığından indiğin yerin gitmek istediğin yer olup olmadığını bilmiyorsun. Neyse ki indiğim gibi yanıma gelen abilerden Vanadzor'a ve Erivan'a giden taksilerin oradan kalktığını öğrenip rahatladım. Babacan bir şoföre denk geldim. Hemen çantayı bagaja atıp, yola çıktı. Ben 3.kişiydim. Diğer iki arkadaşın rahatlıklarından ve konuşmalarından "oralı" oldukları belliydi. Gürcistan mı Ermenistan mı olduğunu henüz tam olarak çıkaramıyorum tabi. Yolculuğun 3-4 saat süreciğini bilerek başlıyorum tabi ama rahatım iyi şu anda. Araç mercedes, arkada 2 kişiyiz, camlar açık püfür püfür rüzgar esiyor ve çok acayip ama kulağa hoş gelen Gürcistan müzikleri.
Ve sonunda beni en çok endişelendiren noktaya da geliyoruz. Ermenistan sınırı. Azıcık İngilizce azıcık Türkçe bilen babacan şoförümüz bana "kardeş, sen git al şuradan, biz seni bekliyoruz" diyor. Tamamını bu şekilde söylemese de kardeş dediğinden eminim. Vize bürosunda hiç bir zorluk yaşamasam da hemen yanında ki bankadan para Ermeni Dramı alırken tam yarım saat gişede ki suratsız elemanın kasayı devralmasını bekliyorum. Bunlar daha sıfırları da atmamışlar adam 50 milyon dram, 5000 euro ve 10000 dolar filan saydı ve gişeyi açtı. Tabi ben dışarıda beni bekleyen 3 kişiyi düşünüyorum. Neyse ki çok anlayışlı insanlarmış ki ağızlarını açıp bir kelime dahi söylemediler. Buradan Gürcistan'lı olduklarını çıkarabilir miyiz? Off, milliyetçiliğe gel...
4 saati devirdik ve ben artık Erivan'a hoşgeldiniz tabelasını göreceğimizden şüphelendiğim için hazır Türkçe'den de girdiğimiz için "abi, daha gelmedik mi? diye soruverdim ve sanki beni bekliyormuş gibi 4 saniye sonra Vanadzor tabelası göründü. Adam beni Vanadzor'un girişinde bıraktı ve o yoluna devam ederken ben sırtımda doluluktan yırtılmaya başlamış bir çantayla Vanadzor'a doğru yürümeye başladım. Yanımdan geçen cenaze konvoyuna üzüntülerimi belirtirken bir yanda terminalin nerede olduğunu öğrenmem gerektiğini düşünüyordum. Sorduğum bir yaşlı beni bir caddeye yönlendirdi ki bu normalde gitmekte olduğum caddenin tam tersine bir caddeydi. Orada da gençten bir arkadaşı görüp sordum ama o da İngilizce bilmiyordu. Hayır sanki biz anadil gibi sökmüşüz İngilizceyi de adam bilmiyor diyoruz. 10 cümle öğrense benim kadar konuşacak zaten. Neyse söylemeye çalıyor yeri ama mümkün değil söyleyemiyor. Ama gerçekten çok zor, yazsa yazamıyor okusam okuyamıyorum alfabe farklı, konuşsa sadece nereden geldiğimi sormayı biliyor. Bir yandan da yürüyoruz baktım gelesi var, "hocam sen de oraya gidiyorsan beraber gidelim, yürüyelim" dedim ve başladık yürümeye. 5 belki 10 dakikalık ve hiç konuşmasız yürüyüşten sonra terminale geldik. Terminal dediğim de gözünüzde yanlış canlanmasın, 60 yıllık sarı bir bina önünde 4 tane 50 yıllık otobüs ve 5 tane 40 yıllık taksi bekleyen bir olgu. Terminale geldik ama arkadaş beni bırakmıyor. İçeri girdi, bilet fiyatını ve ne zaman olduğunu sordu bir yandan taksici abiler ben götüreyim filan diyorlar eleman onları savuruyor fırçalıyor filan. Neyse 3 saat sonraymış onu öğrendik ve arkadaşa teşekkürlerimizi sunarak ayrıldık. Ben önce otobüse gidip bir baktım hakikaten inanılacak gibi değil. Gerçekten 50 yaşında ve gerçekten onunla gitmek isterdim. Ama 3 saat bekleme gibi bir durumum olmadığından o biraz önce fırçaladığımız abinin yanına gidip paşa paşa bindik arabasına. Abimiz;



Kendisi sessiz sakin, gerçi onda da yabancı dil yok. Giderken gaz alacağız bir yerde durdu ama hareketleri bir görseniz bana arabadan in filan yapıyor böyle. Gaz istasyonu da Shell'i kıskandıracak vaziyette;


O vanalar işte gazın çıktığı yerler. Bir de pompacıdan uyarı yedik telefonla konuşuyorum diye. Hayır nefes alıp vermen yeter bunların patlaması için, diyemedim tabi.


Abi ödeme yapıyor. Merak ettim açıkçası kredi kartı geçerli mi diye? Neyse 10 dakika süren dolum işleminden sonra abi gene bana inanılmaz karizmatik bir el hareketiyle binmemi işaret ediyor. Yolu koyuluyoruz. Bu yolculuğun da 1 saat civarında süreceğini tahmin ediyorum ama bu kez o kadar rahat değilim. İşte o araba...


Yollar güzel aslında ama hem arabanın ikinci dünya savaşı gazisi olması hem içeri giren arılar hem de abinin her düzlük gördüğünde kontağı kapaması yolculuğu biraz konfora uzak duruma çekiyor. 1 saat boyuca gittiğimiz yol kenarları şu şekilde...


Dakikalarca hiç konuşmuyoruz, konuşamıyoruz ve bir anda gelen patlama sesi ortamda ki sessizliği bozuyor. İşte diyorum Samet daha 4.saatte "game over". Bir yandan kurşun nereye girmiş diye kontrol etmeye çalışırken camdaki çatlaklar dikkatimi çekiyor. Şoför abi direksiyona hakim olmaya çalışıyor diğer tarafta da. 9-10 saniye süren ilk şoktan sonra adam arkasını dönüp "tamam ya çakmak patlamış baksana" diyor, bana çakmak parçalarını göstererek. Vücuduma değen parçaların ondan geldiğini anlıyorum. Sonra abi hala arkasını dönmüş "güneş var ya güneş ondan patladı, çok sıcak oldu ya ondan patladı" filan diyor. Abi diyorum "tamam ya sanki atomu parçaladın da yüz saat anlatıyorsun biz Avrupa'da Tanrı parçacığını bulduk, sen daha hayatında ilk defa sıcak havanın gazı genleştirdiğini bulmuşsun" diyemedim ya la...
Yolda bizden çok önce kalkan bizim köyün komşu köyüne giden bir otobüsü geçiyoruz. İçi tamamen dolu insanlar kafaları camdan çıkarmışlar ama yaş ortalaması 67. Tavukları filan göremedim ama kesin vardır ve hızı 25-30 km. Gerçekten ben terminale gittiğim an kalksaydı eğer binmek isterdim o otobüse. İnanılmaz bir deneyim olurdu. Ama en azından durakta dururken binip koltuklarına oturabildim.
Son dakikada bir yanlışlık olmasın beni bu sıcakta yürütmesin diye adama sık sık cadde ve otel isminin söylüyorum ama pek anlıyor gibi görünmüyor. Tabi gene yardımcım gönderiliyor ve otostop çeken 2 genç için duruyoruz. Abinin gene şahane bi hareketle "alalım mı?" demesini "ayıpsın abi yolda kalanı almak bizim geleneklerimizde vardır" diyorum cevap veriyorum.


Ferrari dostluğu her yerde. Hemen kemerini bağlıyor ve şu duruşu çok hoşuma gidiyor, yol boyunca böyle gitti. Kurtarıcım olması ise çocuğun İngilizce bilmesinden kaynaklanıyor. Adam sor bakalım ya nereye gidiyormuş diyor ve başlıyoruz çocukla konuşmaya. Tarif ediyor önce şoföre ve arkasını dönüyor ikincisi cümlesi "Ermenistan hakkında ne düşüyorsun" yoyo aslında tam olarak "Ermenileri seviyor musun?" dedi. E herhalde niye sevmeyeyim dedim ve daha da konuşmadık. Sonunda otele ulaştık ve adam inmemi söylediğinde parayı vermeden cebimde ki notumu çıkardım, otelin duvarında Latin harfleriyle yazılmış ismini bulup kontrol ettim ve bundan sonra parayı verip adamı gönderdim çünkü yanlış otel olması durumunda Ermenistan'ın Puşak bölgesinde dağın tepesinde ki bir köyde sırtımda 15 kiloluk bir çantayla ne yapacağımı düşünmek dahi beni fazlasıyla ürkütüyor.
Bundan sonraki günler seminer programlarıyla geçtiğinden aslında çok da yazılacak bir şey yok.